28 Şubat 2012 Salı

Cervantes---Don Kişot



'’Ben Morena Dağlarında, hatta seferlerimizin toplam süresi boyunca, olsa olsa iki ay dolaştım; sen ise cezireyi vaat edeli yirmi yıl olduğunu söylüyorsun, öyle mi Sancho? Bence sen, sendeki paramın, olduğu gibi senin ücretine sayılmasını istiyorsun; eğer öyleyse, istediğin buysa, veriyorum, al, güle güle harca. Böyle kötü bir silahtarım olacağına, yoksul, meteliksiz kalayım, daha iyi. Söyler misin, ey gezgin şövalyeliğin silahtarlık yasalarının saptırıcısı, sen herhangi bir gezgin şövalye silahtarının, efendisiyle, ayda şu kadar para verirseniz hizmet ederim pazarlığına giriştiğini gördün mü, okudun mu? Serseri, sefil herif, canavar - sen bunların hepsisin çünkü- gezgin şövalye tarihlerinin engin denizine bir dal bakalım; eğer senin bu söylediklerini söylemiş veya düşünmüş olan bir tek silahtar bulursan, gel suratıma çarp, üstüne dört kere nanik yap. Boz eşeğinin dizginine, veya yularına asıl ve evine dön; çünkü benimle birlikte bir tek adım daha atmayacaksın bundan böyle. Ey, tuz ekmek haini! Ah, yersiz vaatler! Ey, insandan çok hayvan adam! Tam ben seni mevki sahibi yapacakken, karına rağmen senyörlüğe getirecekken, gidiyorsun, öyle mi? Tam ben seni dünyanın en güzel ceziresinin başına getirmeye kesin karar vermişken gidiyorsun, öyle mi? Kısacası, senin de daha önce söylediğin gibi, eşek hoşaftan ne anlar? Eşeksin, eşek kalacaksın ve eşek olarak ömrünü tamamlayacaksın; çünkü bana kalırsa hayvan olduğun senin kafana dank etmeden, ömrün sona erecek.'’


Don Kişot
Cervantes

DEVAMI İÇİN TIKLAMANIZ YETERLİ...

Filibeli Ahmet Hilmi--A’mâk-ı Hayal







Sisli bir sabahta erkenden uyandım. İçimde sebebini bilemediğim bir sıkıntı vardı. Yavaş yavaş mezarlığa doğru yürümeye başladım. Bu gün havanın sisli, içimin sıkıntılı olmasından dolayı hüzünlü ney iniltisi dinlemek istemiyordum..

Mezarlığın duvarına yaklaştıkça kulağıma saz sesi gelmeye başladı. Sabah ziyaretine gelen bir medrese mollası yüzünü ekşiterek; “Bizim Aynalı deliye bu gün yine şeytan karışmış herhalde, ölülere saz çalıveriyor” dedi.

Kulübenin önüne geldiğimde Aynalı Baba bir iskemleye oturmuş, neşeli bir saz taksimi geçiyordu. Sessizce yanına vardım, boş duran diğer iskemleye de ben oturdum. Kendinden geçmiş halde hem çalıyor hem de söylüyordu:

Zâhid bize ta’n eyleme,

Hak ismi okur dilimiz,

Sakın! Efsâne söyleme,

Hazrete gider yolumuz.

Ey katı ve taklitçi dindar!.. Saz çalan şu mümini kınama, küfürle suçlama.

Hakkın ilminden başkasını dilimiz söylemez.

Sakın bize ilim irfan diye hikâye ve masal anlatmaya kalkışma.

Bizim yolumuz her an hakikat huzurunda olmaktır.

Erenlerin çoktur yolu,

Cümlesine dedik beli,

Ko desinler bize deli,

Usludan yektir delimiz.

Kendi özünü tanıyanların hakikati anlatış yolları farklı farklıdır.

Biz bunların hepsinin aynı hakikati farklı mantıklarla izah ettiğinin bilincindeyiz.

Her yolun hakikate çıktığını söylemek delilik ise, bundan korkumuz yok, deli desinler bize.

Ama bizim delimiz onların en akıllılarından daha da akıllıdır.

Muhyi sana ola himmet,

Âşık isen canan minnet!

Elîf Allah, mim Muhammed,

Kisvemizdedir dâl’ınız.

Ey Muhyî! Sana Hakk’ın ilim ve irfanla sağladığı yardımı ulaşsın.

Eğer gerçekten Hakk’a âşıksan etrafın dedikodusuna aldırmazsın. Hatta çevrenin baskı ve zulmü senin değerini açığa çıkarır.

Başı ve sonu olmayan düz çizgi (elif harfi- ا) Allah’ın tek varlık olduğunu bildirir.

Elif harfinin bir ucu kıvrılıp da kendini seyretmeye başlayınca (mim- م ) olur.

Mim ya da Muhammed ismi ile de kendi hakikatini idrak eden bilinç boyutuna işaret olunmaktadır.

Elif’in bir vechi (yönü) zahir isminin, diğer vechi (yönü) bâtın isminin tecellisidir.

Elif’in iki vechi (yönü) ortadan kıvrılıp kendini seyre dalınca (dal-د) harfi olur.

Bu da abdiyyet sırrı olan ‘abduhû’ hakikatinin dal harfiyle anlatımıdır.

Abdiyyet hali bu sırrı taşıdığı içindir ki en yüce mertebe sayılmıştır.

Aynalı’nın saz ile okuduğu şiirin derin anlamları içinde yüzerken birden seslenince irkildim.

“Evlat ben sadece saz çalmam. Her türlü musıkî aletini de çalarım” dedi.

Sisin verdiği sıkıntımı biraz olsun hafifletip neşelenmek için içimden espri yapmak geldi. “Piyano da çalar mısın?” diye gülerek sordum. Bana en az bir düzine batılı piyano bestekâr ismi ve eserlerini saydı. Her eserin ana temasını da ses ve ıslıkla tarif etti.

Kerameten (keramet olarak) söylüyordur diye düşünüyordum. Koluma girerek kulübesine götürdü. İlk defa içeri giriyordum. Loş odanın bir köşesindeki eski örtüyü kaldırınca gözlerime inanamadım. Eski bir piyano tam karşımda duruyordu. Gaz lambasını yaktı. Piyanonun başına oturdu. Nota defterinden bir yaprak seçti ve kısa bir konser verdi.

Ney çalan evliya olabilirdi. Çünkü ney Nebî mesleği çobanlığın kavalını andırıyordu. Saz da Horasan erenlerinin kopuzuyla tasavvuf dünyasına girmişti. Ama piyano bir Osmanlı evliyasının kullanabileceği bir çalgı aleti değildi. Hele mezarlıkta yaşayan ve kendini tamamen ahirete vakfetmiş bir evliya?

Aynalı aklımdan geçen her suale arifane cevaplarını verdi.

“Şeytan çalgı çalmaz nûrum. O zavallının ne mızrap tutacak eli var ne de tuş basacak parmakları var.

Ney üfürmek, saz çalmak hocasız mektepsiz öğrenilebilir. Ama piyano çalmak bir sanattır. Deftersiz, kalemsiz, üstatsız ve mektepsiz olamaz. Sanatı üstadından öğrenmek Allah’ın kanunudur, kerameten piyano çalmak Allah kanunlarına isyandır. Âsiden ârif değil hokkabaz olur.

Çalınması en zor enstrüman ‘insan’dır. İnsan denilen sonsuz akort ayarlı enstrümanı doğru olarak çalmak için en zor çalgı aletlerinden birini öğrenmek gerek. Ben de piyanoyu tercih ettim ve üstadından öğrendim.

Dünya ve ahiret bizim için iki ayrı mekân değildir. Dünyaya küsen ahirete de küser. Dünyayla barışan ahiretle de barışır.

Kendini tanrı dostu zannetmenin onulmaz marazına düşen (şizofren) zavallılar,

halka ahiret adamı olarak görünür.

Gerçek Allah dostları ise dünya ve ahiret arasındaki sınırı kaldırıp her şeye hakkını verirler.”

Aynalı Baba konuşurken kafamdaki yanlış bilgiler yıkılıyordu. Kulaklarımda ise Avrupa saraylarında dinlediğim senfoniler yankılanmaya başlamıştı. Farkında olmadan a’mak-ı hayalime dalmışım.

A’mâk-ı Hayal'den...

Filibeli Ahmet Hilmi
DEVAMI İÇİN TIKLAMANIZ YETERLİ...

26 Şubat 2012 Pazar

Kerem ile Aslı ---Sadık Yalsızuçanlar

 
“Hayır hayır. Olamaz! Gerçekten daha gerçekti gördüğü.
Güneş gibi apaşikar. Ay gibi pırıl pırıldı...
Eşiğine fırlattı bedenini. Ey yazgımın gülü! Ey alnımın ak yazısı′ diye bağırdı. ‘Söyle bana hangi bağın gülüsün sen?′
Peri dile gelerek, seslerin en güzeliyle.
‘Ey yüreğimin sancısı!’ dedi. ‘Kesiş dağının gülü. İriskin bağının sümbülüyüm ben. Sen de söyle bana. Hangi rüzgar attı seni buralara?′
Şehzade, Anka kuşunun kanatlarına binmişti sanki;
‘Ey nergis bakışlım! Ey hilal nakışlım! Gönlümün rüzgarı getirdi beni buralara...′ Elif ile Lam gibi birbirlerine öyle sarıldılar ki. Ne gözler görmüş. Ne kulaklar işitmiş böyle bir kavuşmayı...''

Kerem ile aslı
Sadık Yalsızuçanlar
DEVAMI İÇİN TIKLAMANIZ YETERLİ...

8 Şubat 2012 Çarşamba

seminer Doğan cüceloğlu



Bir gün seminere başlamadan önce kısa boylu güler yüzlü birisi geldi, Hocam elinizi öpmek istiyorum, dedi. Ben el öptürmekten pek hoşlanmadığım için, yanaktan öpüşelim, dedim, öpüştük. Aramızda şöyle bir konuşma yer aldı:  
- Hayrola, neden elimi öpmek istedin?  - Hocam, üç yıl önce sizin bir seminerinizi katıldım. Hayatım değişti. O seminerden sonra daha mutlu bir ailem var ve size teşekkür etmek istiyorum; onun için elinizi öpmek istedim.  - Ne oldu, nasıl oldu?  - Üç yıl önce şirketimizin organize ettiği iki günlük bir seminerde bizimle beraberdiniz. O seminerin bitişine doğru dediniz ki, “Bir insanın anavatanı çocukluğudur. Çocukluğunu doya doya yaşayamamış bir insanın mutlu olması çok zordur. Bir annenin, bir babanın en önemli görevi, çocuklarının çocukluğunu doya doya yaşamasına olanaklar yaratmaktır.”  Bir süre sustu, bir şey hatırlamak ister gibi düşündü, sonra konuşmaya devam etti:  - Hatta daha da ilerisi için söylediniz; dediniz ki, “Bir ulusun en önemli görevi çocuklarının çocukluğunu doya doya yaşamasına olanaklar yaratmaktır.” Ben bir baba olarak sizi duyduğum zaman kendi kendime düşündüm: Ben bir baba olarak çocuğumun çocukluğunu doya doya yaşamasına fırsatlar yaratıyor muyum? Böyle bir sorunun o zamana kadar hiç aklıma gelmediğini fark ettim. Ben ne yapıyorum, diye düşündüm. Benim yaptığım sanırım birçok babanın yaptığının aynısıydı. Dokuz yaşındaki oğlum ben işten eve gelince beni görmemeye, benden kaçmaya çalışıyordu. Neden kaçmaya çalışıyordu, biliyor musunuz, Hocam?  - Hayır, neden?  - Çünkü onu görünce hemen şu soruyu soruyordum. “Oğlum bugün ödevini yaptın mı?” Tuhaf tuhaf bakıyor, gözünü kaçırıyor, daha da sıkıştırınca, hayır anlamına gelen, “cık” sesini çıkarıyordu. Kızıyordum, söyleniyordum, “Niye yapmıyorsun ödevini!” diyordum. Aramızda sürekli tartışmalar, sürtüşmeler oluşuyordu. Tabii bunun sonucunda bütün aile huzursuz oluyordu.  Burada biraz sustu, soluklandı. Sanki hatırlamak istemediği anılar vardı; onların üstesinden gelmeye çalışıyordu. Sonra konuşmaya devam etti:  - Ben sizin seminerinizden çıktıktan sonra düşünmeye başladım. “Ben ne biçim babayım,” diye kendime sordum. Seminer için geldiğim İstanbul’dan çalışma yerim olan Kayseri’ye gidinceye kadar düşündüm; otobüste bütün gece düşündüm ve sonra kendi kendime dedim ki, eşimle konuşayım, biz birlikte bir karar alalım. Diyelim ki bu çocuk isterse beş yıl sınıfta kalsın, ama doya doya çocukluğunu yaşasın.  - Radikal bir karar!  - Evet, uçta bir karar, ama bu karar içime çok iyi geldi, Hocam. Gerginliğim, üzüntüm gitti, içim rahat etti. Ben eve gelince eşime dedim ki, hadi gel otur, konuşalım. Yemekten sonra oturduk konuştuk, çocuklar yattı biz konuşmaya devam ettik. Seminerde anlatılanları aktardım, böyle böyle böyle diye izah ettim ona ve en nihayet dedim ki, ya benim gönlümden ne geçiyor sana söyleyeyim. Bizim oğlumuz var ya bizim oğlumuz, o isterse beş yıl sınıfta kalsın, ama çocukluğunu yaşasın! Şimdiye kadar onun çocukluğunu yaşamasıyla ile ilgili pek bir çaba göstermedik, bir bilinç göstermedik, oluruna bıraktık. Gel şimdi değiştirelim bunu.  - Eşiniz ne dedi?  - Hocam biliyor musun ne oldu?  - Ne oldu?  - Karım hayretle bana baktı ve dedi ki, “Bu ne biçim seminer be! Kim bu adam? Öyle şey mi olur; yok bizim ki çocukluğunu yaşayacakmış! Bizim çocuk çocukluğunu yaşarken öbürküler sınıflarını geçecek ilerleyecek! Öyle şey olmaz.”  - Anlıyorum; anne olarak çocuğunun geride kalmasını istemiyor, kaygılanıyor!  - Fakat hocam ben pes etmedim, bırakmadım, mücadeleye devam ettim. Her gün, her akşam gece yarılarına kadar karımla konuştum. Üç gecenin sonunda bana, peki ne halin varsa gör, dedi.  - Pes etti, yani. Peki, sen ne yaptın?  - İşte onu dediği günün sabahı eşofmanımı, ayakkabımı şöyle kapının yanına bıraktım işe gittim; işten dönünce oğlumun gözüne baktım ve dedim ki, oğlum bugün doya doya oynadın mı? Bana hayretle baktı ve “Hayır!” anlamına gelen “cıkk” dedi. O zaman, hadi gel beraber aşağıya ineceğiz, oynayacağız, dedim. Eşofmanımı giydim, ayakkabımı giydim, onunla beraber sokağa çıktık. Pencereden arkadaşları bakıyorlarmış, onlar da sokağa çıktılar; birlikte sokakta oyun oynadık. Akşam saat altıdan sekiz buçuğa kadar sokaktaydık. Eve gelince toz toprak içindeyiz, beraber banyoya girdik, duş yaptık. Havluyla kuruladım, çok mutluyduk ve o günden sonra işten dönünce her gün onunla oynamaya başladım. Her gün, her gün, her gün oynadım. Yedi gün sekiz gün sonraydı galiba, bir gün banyodan çıkarken onu kuruluyorum havluyla, kolumu tuttu, bana döndü ve dedi ki, baba ya, ben seni çok seviyorum. Hocam nefesim durdu, gözüm yaşardı, konuşamadım. 
Çünkü farkına vardım ki, şimdiye kadar sevdiğini hiç söylememişti. Düşündüm, şimdiye kadar hiç söylemediğinin farkında değildim; belki ömür boyu söylemeyecekti. “Ne büyük tehlike!” diye düşündüm. Ömür boyu onun bana bu cümleyi söylemediğinin farkında olmayacaktım.  - Demek farkına vardın, seni kutlarım. Senin farkına vardığın bu durum birçok anne ve babanın farkında olmadığı gizil, örtük ama önemli bir tehlike!  - İçimde bir şükür duygusu, havluyla çocuğumu kuruladım ve giydirdim ve artık her gün oyun oynamaya devam ettik. Zaman geçti, iki hafta sonra okul, öğretmen veli buluşması için okula davet etti. Daha önceki veli buluşmalarında öğretmen, “Sizin oğlunuz akıllı bir çocuk, ama ödevleri kargacık burgacık yazıyor, dikkat etmiyor. Sınıfta arkadaşlarını rahatsız ediyor, onları itiyor kakıyor, lütfen onunla konuşun. Ödevlerine ilgi gösterin, sınıfta arkadaşlarını rahatsız etmesin. Ödevlerini doğru dürüst yapsın,” demişti. O nedenle öğretmen buluşmasına gitmekten çekiniyordum. 
Bu davet gelince ben eşime dedim ki, hadi okuldaki buluşmaya beraber gidelim! Yok, dedi, sen tek başına gideceksin, ben gelmeyeceğim. 
- Eşiniz gelmek istemedi!  
- Hayır istemedi. Ya beraber gidelim, diye ısrar ettim hayır hayır sen yalnız gideceksin dedi. Ben yalnız gittim ve diğer veliler geldikçe sıra bende olduğu halde sıranın arkasına geçtim, sıranın arkasına geçtim ki başka kimse olmadan öğretmenle konuşayım, diye. Mahcup olacağımı düşünüyordum. Her şeyin daha kötüye gittiğini düşünüyordum. 
En nihayet bütün veliler öğretmenle konuşmalarını bitirip gittiler. Sıra bende! Öğretmenin karşısına geçtim, bana baktı gülümsedi, siz ne yaptınız bu çocuğa, dedi. Hiç cevap vermedim, önüme baktım. Lütfen söyleyin ne yaptınız bu çocuğa, dedi. “Çok mu kötü hocam?” diye sordum. Gülümsedi, hayır, kötü değil, dedi. “Artık sınıfta arkadaşlarını hiç rahatsız etmiyor, ödevleri iyileşti, tam istediğim öğrenci oldu. Ne yaptınız bu çocuğa siz?”  - Herhalde bir baba olarak çok mutlu oldunuz?  - Hocam biliyor musunuz öğretmenin karşısında ağlamaya başladım. İnanamıyordum kulağıma, içimden, vay evladım, biz sana ne yaptık şimdiye kadar, duygusu vardı. Eve geldim, karım yüzüme baktı, gözlerim ağlamaktan kıpkırmızı. 
“O kadar mı kötü?” diye sordu. Ona da cevap veremedim Hocam, ona da cevap veremedim! Ağladım. Daha sonra anlattım. Hocam onun için sizin elinizi öpmek istedim, teşekkür ediyorum. Benim oğlumun ve onun küçüğü kızımın hayatını kurtardınız. Ailemin mutluluğu kurtuldu. Hakikaten bir insanın anavatanı çocukluğuymuş. Anavatanı mutlu olan bir çocuk çalışmasını, okulunu her şeyini bütün gücüyle yapar ve orada başarılı olurmuş. 
“Gel seni yeniden kucaklayayım!” dedim. 
Kucaklaştık.  “Çocuklar Gülsün diye!” yaşayalım. Çünkü insanın anavatanı çocukluğudur. Çocuklar gülerek, oynayarak büyürse, sonunda büyükler güler. Büyükler mutlu olup gülümseyince tüm ülke, tüm insanlık güler. Çocukların gülmesine hizmet veren herkese selam olsun!  
Doğan CÜCELOĞLU
DEVAMI İÇİN TIKLAMANIZ YETERLİ...

7 Şubat 2012 Salı

Oğlak Burcu 2012

/// Oğlak Burcu 2012 ///


Sevgili Oğlaklar 2012 yılının ilk yarısına kadar burcunuzda yıldız yığılması devam edecek. Hayli zorlu yıldızlar var burcunuzda; Plüto uzun süreli misafiriniz, Kimi Oğlaklar ise, ihmal ettiği bir rahatsızlığını dikkate alması gerektiğini düşünüp ilgilenecek, kiminiz de, kafanızın içinde evirip çevirdiğiniz bir düşünceyi netleştireceksiniz. Ama biraz sert düşünmeye eğilimlisiniz şubatayının ikinci yarısına kadar, neyse ki, düşünceniz katı olsa da, şartlar daha planlı, daha inisiyatifli bir yolla meseleyi çözmenizi isteyecek.

Yılın özellikle Nisan ve Mayıs arası gibi, sert tutumunuza engel olmakta zorlanabilirsiniz. Çünkü bazı gerilim yaratan yıldızlar aynı zamanda yüksek enerji de veriyor size, bu enerjiyi kontrol etmekte zorlanabilirsiniz.

Yine de, Güneş’in burcunuzda bulunması, öfkenizi tutmanıza ve yatıştıktan bir süre sonra, akılcı çözüme gitmekte size güç verecek. Gergin anlar yaşanması kaçınılmaz olsa da, bir şekilde bu meselenin kesin konuşulup çözülmesi sizi rahatlatacak ve dikkatinizi daha olumlu işlere yönelteceksiniz.

Yılın ikinci yarısı, dikkatiniz para işlerinde. İstediğiniz paraları almanız, yeni para kaynakları yaratmanız mümkün. Çalışkan, gayretlisiniz. Artan işler moral gücünüzü, çalışma temponuzu artıracak. Temmuz ayında gerçekten zorlu ama çok sağlam, ayakları yere sağlam basan, gelecek vadeden, tam dişinize göre bir proje, bir anlaşma sizi bekliyor.

Bu hem dikkatinizi negatif şeylerden uzaklaştıracak hem de enerjinizi üretken işlere yöneltmenize destek olacak. Ağustos ayının ikinci yarısında yapacağınız işler sizin elde ettiğiniz yeni sorumlulukları, kariyerinizi pekiştiren işler olacak.

Bu yıl para geliyor, geldiği gibi gidiyor, harcamalarınız artıyor. Ama iş sahibi Oğlaklar kendilerine yeni müşteriler bularak bu para çıkışını dengeleyecekler. Gerçekten verimli ve son derece sağlam işlere imza atacaksınız. Biraz inatçı bir müşteriniz olabilir ama o da sizin gibi, çalışmayı, üretmeyi seven biri olacak. Bu arada, işler çok iyi olacak, dedim ama detayları önemsemezlik etmeyelim, derim…

Aşk konusuna gelirsek, bekar veya sevgili arayan Oğlaklar sanki bu yıl aşkta zoru seçecek gibi. Ya medeni durum sorunu yaşanabilecek bir gizli aşk durumu olabilir ya da aşktan ziyade geçici isteklerin yaşandığı kısa süreli ilişkiler olabilir.Belki de umut vermediğiniz bir ilişki söz konusu.

Bu yıl hiç alışkın olmadığınız bir şey yapabilirsiniz. Bu belki eyleme dökülmeyebilir ama düşüncesi bile sizi şaşırtabilir. sevdiğiniz, değer verdiğiniz bir kişi ile ilgili biraz üzen bir haber almanız mümkün. Bu belki ta çocuklukta tanıdığınız biri olabilir.

Yorumlayan Astrolog : Susan Miller
 
• Oğlak Burcu ve Aşk Hayatı

İlk karşılaşmada soğuk bir intiba yaratan Oğlak insanı, aslında bunu ihtiyatlı olmak arzusuyla geliştirdiği bir savunma mekanziması olarak kullanır.

Kariyer yaşantısı hayatının en önemli ilgi alanı olmasına rağmen, tiyatro, müzik ve diğer sanat dallarını da sever. Genellikle entellektüel kapasitesi yüksek, yaşamsal amaçları kendilerininkine benzeyen insanlarla beraber olmayı tercih eder.

Oğlak ciddi konularda tartışmayı sever, ufak tefek problemlerde bile karşısındakine mutlaka yardımcı olmaya çalışır.

Bu burçta doğan insanlar bu yönlerinin pek afişe etmek istemeseler de, lüksü sever.

Oğlak paranın, yaşam güvenliğini sağlayan önemli bir araç olduğunu düşünür.

Dominant bir karaktere sahip Oğlak'ın aşkını kazanmak çok kolay değildir. Genellikle ikna eden değil ikna edilen olmayı bekler.

Beraberliğin başında, karşı tarafın ciddiyetine inanması temel gereksinimdir. Sürekli fikir değiştiren, söyledikleriyle yaptıkları arasında farklılıklar olan insanlara karşı, Oğlak'ın toleransı oldukça düşüktür.

Oğlak salt duygularıyla hareket eden, yaşamlarını duygularına endeksleyen insanlarla birlikte olmakta zorlanır. Zira Oğlak kontrolü, soğukkanlılığı ve mesafeli davranış biçimini bir meziyet olarak kabul eder.

İlişkisini ciddiye aldığı gibi, partnerinin de ilişkide ciddi ve özverili davranmasını bekler.

Birlikte olduğu insan gururunu okşar, neşelenmesini sağlar ve sevgisine inandırabilirse, Oğlak çok ihtiraslı, sevecen ve esirgeyici bir aşık olabilir
 /// OĞLAK BURCU ///

• OĞLAK BURCU KÜNYESİ
Elementi : Toprak
Özelliği : Dayanıklı, sabırlı
Yönetici Gezegeni : Satürn
Metali : Kurşun
Uğurlu Günü : Cumartesi
Uğurlu Sayısı : 8
Uğurlu Taşı : Lal
Uğurlu Renkleri : Kursun rengi, koyu kahverengi, nefti
Uğurlu Çiçekleri : Siyah gül, kadife çiçeği, kamelya
Uğurlu Kokuları : Kamelya, çam, fulya
Uğurlu Müzik : Folk müzik
En Belirli Özelliği : İnat
En Büyük İdeali : Yükselmek
En Büyük Hatası : Merak
En Büyük Arzusu : Başa geçmek
En Büyük Yeteneği : Medya, yöneticilik

• Pozitif Özellikleri : Güvenilirlik, kararlılık, isteklilik, sabır, sebat, ihtiyatlılık, mizah ve disiplin.

• Negatif Özellikleri : Eğilmez dışa bakış, ihtiras, kötümserlik, basmakalıplılık, cimrilik.

• Anahtar Kelimeler : Gerçekçi, pratik, katı, yalnız, sabırlı, kararlı, dik kafalı, tedbirli, verimli, pinti, zamanı önemseyen, soğuk, karamsar, hırslı, konsantre, geleneksel, otorite.

• OĞLAK BURCU ÖZELLİKLERİ
Oğlak burcu insanı hangi koşullarda doğmuş olursa olsun durumunu daha iyiye götürme arzusundadır. Kendini hedeflerine adar, sabırla, konsantre bir şekilde çalışır. Dünyada kalıcı şeyler başarmak ve bu başarıların ona güç ve güvence sağlaması çok önemlidir. Çok tedbirlidir. Olgun, soğuk bir görünüşe sahiptir. Organize, planlı, programlı, pratik ve hırslıdır.

Enerjisini olumlu kullandığı taktirde insanlığa en büyük hizmeti verebilecek burçlardan biridir. Parayı önemsediği için biraz zor harcar. Gelecek için mutlaka tasarrufta bulunur. Duygusal açıdan kendini bastırmaktadır. Gerçekçi, pratik olma arzusu yumuşak ve sıcak duyguları dolu dolu yaşamayı kısıtlamaktadır. Oğlaklar ciddi ve güçlü iradeleriyle tanınırlar en önemli iki temel özelliği güvenilirliği ve dürüstlüğüdür

İki tip oğlak vardır; biri yabani dağ keçisi olup taşlarda zıplarken, diğeri evcil keçi olup çevrede kendi için ayrılmış yeşillikleri yetinir. Genellikle tutkulu insanlar olduklarından kimseden geri kalmak istemezler. Çok iyi iş adamı olurlar. Çok gelişmiş görev duyguları vardır. Kendilerine karşı olan kişilerle alay ederler. Duyguları dengeli olduğu için fazla maddeci gözükürler. Paraları konusunda çok dikkatli olsalar da, eli açık insanlardır. Sıkıntıda olan bir insana yardım ettiklerinde bir teşekkür onlar için yeterli gelir.

Oğlaklar çok sadık insanlardır. Bir kişiyi sevdiklerinde ömür boyu o kişiye bağlı kalırlar. Güçlü bir mizah yönleri vardır. Oğlakların zihinsel özelliklerini hesapçı ve soğuk sözleriyle tanıyabiliriz. Oğlak burcunu tanımlaya cümle KULLANIRIM ’dır. Tutucu yapılarını evlerine de yansıtırlar. Gösterişi sevmez, eşyaların ölçülü ve işe yarar olmasını isterler.

İyi bir matematikçi, politikacı, diş hekimi, müzisyen, yönetici, mimar olabilirler. Oğlaklar çocukları için eğitim ve başarıları için bir takım kurallar koyar ve buna uymasını isterler.

Oğlak çocukları müzik, tarih, arkeoloji, izcilik konusunda desteklenmelidir. Genellikle yaşlarından olgun ve ciddi olurlar. Çok kitap okur ve kitaplarını iyi korurlar. Bir oğlak çocuğuna çalışsan daha iyisini yapabilirsin derseniz, bir sonraki karnesi takdir olarak
DEVAMI İÇİN TIKLAMANIZ YETERLİ...
 
2009 Template Scrap Rústico|